30 Ağustos Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin 94. Yıl dönümü nedeni ile bir basın açılaması yapan Ulaş Kılıç, “94 Yıl Sonra: Yine Kazanacağız” dedi.
Recep Kenan/itvhaber.com
Atatürk’ün Büyük Zaferin 2. yıldönümünde, zaferin kazanıldığı Dumlupınar’da yaptığı konuşmada; “…Meydan muharebesi, sadece karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Ulusların çarpışmasıdır. Meydan muharebesi, ulusların tüm varlıklarıyla, bilim ve fen alanındaki düzeyleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, kısacası tüm maddi ve manevi güç ve erdemleriyle her türlü araçlarıyla çarpıştıkları sınav alanıdır…” dikkat çeken Atatürkçü Düşünce Derneği Ataşehir Şube Başkanı Ulaş Kılıç, “30 Ağustos’tan 94 Yıl Sonra: Yine Kazanacağız” dedi.
Atatürkçü Düşünce Derneği Ataşehir Şube Başkanı Ulaş Kılıç’ın, 30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla yaptığı açıklama:
30 AĞUSTOS’TAN 94 YIL SONRA: YİNE KAZANACAĞIZ
“…Meydan muharebesi, sadece karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Ulusların çarpışmasıdır. Meydan muharebesi, ulusların tüm varlıklarıyla, bilim ve fen alanındaki düzeyleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, kısacası tüm maddi ve manevi güç ve erdemleriyle her türlü araçlarıyla çarpıştıkları sınav alanıdır…”
Büyük Zaferin 2. yıldönümünde, zaferin kazanıldığı Dumlupınar’da yaptığı konuşmada ebedi Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk 94 yıl önceki başarımızı böyle anlatıyor.
Birinci Paylaşım Savaşı sonrası dayatılan Sevr Anlaşmasını tanımayarak Mustafa Kemal Paşa önderliğinde kutsal bir mücadeleye giren Türk ulusunun, zaferini ilan ettiği andan itibaren ülkemizi yağmalama girişimleri hüsranla sonuçlanan emperyalistler, bu yenilgilerinin öcünü alma girişimlerine hiç ara vermediler. Nitekim Büyük Zaferi tescil eden Lozan Antlaşması sonrası Lord Curzon İsmet Paşaya bu emelini açık bir şekilde ifade etti.
15 Mayıs 1919 günü İzmir limanında kukla askerlerin üniformalarıyla başlayıp 9 Eylül 1922 tarihinde yine İzmir’de noktalanan macera artık başka araçlar kullanılarak sürecekti. Tekelleri, banka ve sigorta şirketleri, ajanları, TV kanalları, akıl hocaları, işbirlikçileri yeni savaşın araçları olacaktı. Türk ulusu “tüm varlıklarıyla, bilim ve fen alanındaki düzeyleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, kısacası tüm maddi ve manevi güç ve erdemleriyle” yeni ve bitmez tükenmez bir saldırıya hedef olacaktı.
Bu tehlikeyi çok iyi bilen Atatürk “ Bundan sonra çok önemli zaferlere kavuşacağız. Ama bu zaferler süngü zaferleri değil, iktisat, bilim ve kültür zaferleri olacaktır” diyecek ve devrimleri gerçekleştirecek, devrimlerini Gençliğe Hitabe ve Bursa Nutku’nda açıkça belirttiği gibi gençliğe emanet edecekti. Doğaldır ki emperyalizmin hedefinde de devrimlerimiz, ulusal bağımsızlığımız ve çağdaş laik cumhuriyetimiz olacaktı.
Ne acıdır ki 66 yıldır “dahili ve harici bedhahlar” aracılığı ile her geçen gün adım adım hedeflerine yaklaştılar. Bu sinsi saldırı 14 yıldır açıkça ilan edilerek “bütün kalelerimize” girilmesi noktasına getirildi. Şimdilerde “inlerine gireceğiz” diye yırtınanlar “ne istedilerse verdiler”. Sonuçta 30 Ağustos’un muzaffer ordusunun içine sızdırılmış hainleriyle Türk ordusuna darbe yapıp binlerce yıllık ordu geleneklerimizi yıktılar. Türk askerinin kafasına çuval geçirilmesine ses çıkarılmayarak atılan ilk adımlar, Silivri zindanına onlarca general, yüzlerce subayın doldurulması, yüzlerce şerefli subayın casusluk suçlaması ile yargılandığı sırada kozmik odalarına girilmesiyle sürdü.
Sonuçta ihanetin hangi boyutlara ulaştığını 15 Temmuz 2016 gecesi acı bir şekilde yaşadık. Ne var ki fatura içten çökertilmiş ordumuza çıkartılırken yüzlerce yıllık askeri okullar kapatıldı. Komuta kademesi dağıtıldı. Kafaya çuval geçirilmesine sessiz kalmayla çıkılan yol, GATA’da başına türban geçirilmiş başhekime sessiz kalınmasına kadar geldi.
“Şeyhler, dervişler, mensuplar” ülkesi olmayacağımıza inanırken, silahlı kuvvetlerimizin, adalet sistemimizin, polisin, eğitimin, sporun ve hayatın her alanının cemaat mensuplarınca ele geçirildiğini, cemaat imamlarınca yönetildiğini acı bir şekilde gördük.
Terörist başına “sayın” denerek çıkılan yol, İmralı üzerinden Oslo’ya ulaştı ve terör örgütünü rahatsız eden yöneticilerin görevden alınması sözleri ve şehirlere doldurulan patlayıcıların görmezden gelinmesi, yüzlerce yurttaşımızın katledilmesi, gencecik polislerimizin ve askerlerimizin al bayrağa sarılı tabutlar içinde yoksul gecekondulara dönmesine ulaştı.
İsrail’e verilmek istenen Suriye sınırı yolgeçen hanına döndürülüp, silahlı çapulcu sürülerine göz yumulurken, İslam adına hareket ettiği söylenen caniler şehirleri kana buladı. Bu canilerle savaşma gerekçesi ile emperyalizmin desteğini alan terör örgütü PYD adıyla Irak sınırından sonra Suriye sınırında da komşumuz oldu.
Büyük zaferden 94 yıl sonra böyle bir tablo ile karşı karşıya olmak acı verici. Daha acısı büyük Atatürk’ün bizleri bu konuda sarsacak şekilde uyarmış olmasına rağmen bu sonuca gelinmesi. Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” politikasını küçümseyip, hatta alay ederek, “komşularla sıfır sorun” politikaları güdenler politik geleceklerini sıfırlamış, “stratejik derinlik” adına Ortadoğu’da emperyalizmin kazdığı çukura düşmüşlerdir.
“Bütün bu ahval ve şerait içinde dahi” umutsuzluğa kapılmıyoruz. Türkiye’nin kaynakları 94 yıl öncekinden çok daha zengin, gençleri daha bilinçli, yetişmiş kadroları daha güçlüdür. Bu zenginlikle yeniden zafere ulaşacağız. Bankalar, fabrikalar, limanlar, santraller, haberleşme, ulaşım, madenler, petroller, yine bizim olacak. Üniversiteler özgürce bilim üretecek. Aziz Sancarlar artık yurt dışına gitmeden de Nobel alacak. İşçilerimiz örgütlü, kadınlarımız özgür, çocuklarımız geleceğe güvenle bakacak.
Yine biz kazanacağız!
Türkiye tam bağımsız olacak!
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!
Atatürkçü Düşünce Derneği