KASDER Kurucusu ve
Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Coşkun Özdemir’in yaşamındaki “Hekimlik, İnsanlığın Mesleğidir” anlayışı ile
mücadele, paylaşıldıkça gelecek nesillere ışık tutacak.
Bugün 14 Mart Tıp
Bayramı Kutlu Olsun!…
HEKİMLİK, İNSANLIĞIN MESLEĞİDİR…
Sadece ülkemizde kutlanan bugünü bizler için daha anlamlı
kılan Prof. Dr. Coşkun Özdemir hocamız nezdinde tüm sağlık çalışanlarının Tıp
Bayramı’nı kutluyoruz.
Her zaman bir işten daha fazlası olarak gördüğü hekimliğin
‘‘insanlığın mesleği’’ olduğunu söyleyen Coşkun hocamız, Türkiye’de
nöromusküler hastalıklarla mücadeleyi başlatan hayat hikayesiyle, kas
hastalarının adeta kutup yıldızı oldu.
KASDER’in Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr.
Coşkun Özdemir’in yaşamında önemli bir yer tutan bu mücadele, sizlerle
paylaşıldıkça gelecek nesillere aktarılacak.
Prof. Dr. Coşkun Özdemir’in kaleminden yazılan örnek
hekimliğin anatomisi:
HER ŞEY, DANİMARKA’DAKİ BİR KURS PROGRAMIYLA BAŞLADI
Haseki Hastanesi’nde 1963 yılında tedavi kliniği ile verimli
beraberliğimi sürdürürken, Sağlık Bakanlığı’ndan “Danimarka’da yapılacak
rehabilitasyon kursu” duyurusu geldi. 10 ay süren kursta nörolojik
hastalıklarla ilgili ders, konferans ve uygulamalar çoğunluktaydı. 15’er gün
İsveç ve Norveç’te, 1 ay da İngiltere’de uygulamalı eğitim görecektik.
Başvurumu yaptım, seçildim ve 1963 Eylül’ünde Kopenhag’a gittim. Bu kurs,
kariyerimde önemli bir dönüm noktası oldu. Her açıdan büyük yarar sağladım.
Böyle gelişmiş bir ülkede bilimsel ve sosyal çok şey öğrendim. Danimarka’dan
sonra bursumu uzatarak İngiltere’de ve Londra’da ünlü National Hospital for
Nervous Diseases’da 6 ay kaldım ve EMG öğrendim.
TÜRKİYE’DE İLK “NÖROLOJİK REHABİLİTAYON MERKEZİ”NİN AYAK
SESLERİ
Yurda döndüm ve Haseki’de bir rehabilitasyon ünitesi kurmayı
amaçladım. Bunun için en az bir fizyoterapiste ihtiyaç vardı. Bunun için
Ankara’ya gidip Sağlık Bakanlığı’nda Dış İlişkiler Dairesi Müdürü Dr. Tevfik
Alan’ın huzuruna çıkarak, “Önce beni 1,5 yıl yurtdışına gönderdiniz. Şimdi
benden bir şey istemeyecek misiniz?” dedim. Tevfik Alan zeki, anlayışlı bir
insandı. Esprili bir tonda, “Kardeşim, şimdiye kadar 200 kişi gönderdik, kimse
böyle bir soru sormadı, böyle bir dilekte bulunmadı. Eski köye yeni adet mi
çıkarıyorsun?” dedi. Bana yardımcı olacağı açıktı. Bir fizyoterapist istediğimi,
bir rehabilitasyon ünitesi kurmayı amaçladığımı söyledim. Bunun için
uğraşacağına söz verdi.
FİZYOTERAPİNİN YARATTIĞI FARK GÖRÜLDÜ, HEMŞİRELER EĞİTİLDİ
Gerçekten 5-6 ay sonra 1965 ortalarında Danimarka’dan Miss
Maria Kholler geldi ve bize katıldı. Bu büyük bir kazançtı. Maria deneyimli,
anlayışlı, olgun bir fizyoterapistti. Yemekhaneyi fizik tedavi salonu yaptık,
gerekli malzemeleri aldık ve orada nörolojik rehabilitasyona başladık. O yıl
Sağlık Bakanı Yusuf Azizoğlu, yeni mezun ve yeğeni fizyoterapist Talia’yı bize
gönderdi. Bir de yeni mezun Ender’i. Bizim kliniğimizde çalışmak için
gönderilen böylece 3 fizyoterapistimiz oldu. Verimli bir çalışma düzeni kurduk.
Fizyoterapinin nasıl bir farklılık yarattığını yakından gözledik. Ayrıca
bakanlıkla anlaşma halinde hemşireler için fizyoterapi kursları yaptık.
BAKANLIK “HASTA GÖRÜLMESİNİ”, HEKİMLER “İYİ EĞİTİM
VERİLMESİNİ” İSTİYOR…
1965 yılında Haseki’de rehabilitasyon ünitesinin
kuruluşundan sonra Almanya’da birkaç yıl geçirmiş olan Dr. Fevzi Aksoy’un dönüşüyle
birlikte Alexander von Humboldt Vakfı’ndan EEG ve EMG aletlerini edinerek, bir
nörofizyoloji dalı kurduk. Fevzi Aksoy EEG okuyor, ben EMG yapıyordum.
Üniversite klinikleri ile ilişkimiz süregeliyordu. Haseki Nöroloji
Kliniği’ndeki gelişmelerden memnumdum. Peki orası örnek bir merkez olabilir
miydi? Çünkü; Sağlık Bakanlığı’nın böyle bir hedefi yoktu. Bakanlık daha çok
hasta görülmesini istiyordu. Bilimsel çalışan ya da iyi eğitim veren bir
Nöroloji Kliniği, bakanlık için bir hedef değildi. Bu nedenle çok düşündüm,
büyük bir ikilem içinde kaldım ama arkadaşım Edip Aktin aracılığıyla gelen
“üniversiteye geçme” önerisini olumlu karşıladım. 1968 yılı ilk aylarında
İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Öğretim Üyesi olarak atandım.
TÜRKİYE’DE KAS HASTALIKLARIYLA İLK MÜCADELE “LABORATUVAR”DA
BAŞLADI
Profesör unvanını aldıktan kısa bir süre sonra 1969
Eylül’ünde Harvard Üniversitesi ile anlaşma yaparak Boston’a gitmiştim. Orada 2
yıl kaldım. Dünyanın en ünlü nöroloji departmanlarından biriydi çalıştığım yer…
Ben nörofizyoloji departmanında çalışıyor ve EMG yapıyordum. Mesleki açıdan çok
verimli geçen 2 yılı tamamladım ve 1971 yılı sonunda Amerika’dan döndüm. Bir
kas hastalıkları laboratuarı kurmak peşindeydim. Böyle bir fırsat, 1975’de
Ahmet Çalışkan’ın basilar anevrizmasının patlaması ile ortaya çıktı ve birlikte
Zürih’e gittik. Gazi Yaşargil, Ahmet’in ameliyatını başarılı şekilde
gerçekleştirdi. Zürih, Kantonspital’de güzel bir kas laboratuarı tanıdım.
Onunla ilgili kayıtlar tuttum ve dönüşte bir kas laboratuar kurulması için
girişimde bulundum. Rektör Haluk Alp yardım etti. Böyle bir laboratuar kuruldu.
Ancak bir süre sonra Türkiye’de ortalık toz duman oldu. Çalışkan asistanımız
Dora Kohen, kurulmuş olan yeni laboratuarımızda çalışmaya başlasa da onu
tutamadık, kaybolup gitti. 12 Eylül bir büyük kabus olarak üstümüze çöktü,
üniversiteler çok büyük bir darbe yedi.
“RADYOLOJİ KLİNİĞİ DEVREYE GİRDİ, NÖRORADYOLOJİDEN ÇEKİLDİK”
O yıllarda; Nöroloji Kliniği, nöroradyoloji eksikliğini
gidermek için büyük çaba sarf ediyordu. Gencay Gürsoy bu amaçla Norveç’e
gönderildi ve onun dönüşünde nöroradyoloji klinikte girişimleri başlatıldı.
Anjiografiler radyoloji kliniğinde yapılabiliyordu. 1969 mezunu Reha da
kliniğimizde asistanlığa başlamış ve bu alana ilgi duymuştu. Böylece 80’li yıllardan
başlayarak bir nöroradyoloji ekibi oluşmaya başladı. 1981’de bir bilgisayarlı
tomografi edindik ve bu çekimler başladı. Çok büyük bir aşamaydı bu. Ancak uzun
yıllar hiçbir girişimde bulunmayan radyoloji kliniği bir uyanış içine girdi ve
nöroradyolojinin kendilerine ait bir tıp dalı olduğunu ileri sürmeye başladı.
Uzun yıllar aramızda bir sürtüşme konusu olan nöroradyoloji, bize sıkıntılı
yıllar yaşattı. Bunca yıl emek verdiğimiz ve uzmanlaşan insanlar
yetiştirdiğimiz bir alanda, radyolojinin bizi ekarte etmeye çalışması bizde
haklı tepkiler uyandırıyordu. Reha Tolun’dan sonra Sara Bahan, Rezzan Tuncay,
Halil İdrisoğlu da nöroradyoloji yapar oldular. Koca bir ekip oluşmuştu. Bu
mücadele uzun yıllar süregeldi. Neticede biz bu alandan çekilmek ve kendi
içimizde faaliyetlerimizi sürdürmek durumunda kaldık.
NÖROMUSKÜLER BİLİM DALININ OLUŞUMU…
Kliniğimizde 80 ve 90’lı yıllarda seksiyonlar, daha sonra da
bilim dalları oluşmaya başladı. EEG, EMG, nörofizyoloji, hareket bozuklukları,
davranış nörolojisi, epilepsi, serebro vasküler hastalıklar, çocuk nörolojisi,
nöromüsküler hastalıklar; yıllar içinde birer bilim dalı haline geldiler. Kadro
genişledi.
1972 yılında Amerika dönüşümde bir kas hastalıkları
polikliniğinde göreve başlamıştım. Bunu yer yer bazı asistanların yardımıyla 15
yıla yakın yalnız sürdürdüm.
1980 başlarında asistan olarak göreve başlayan Piraye
Serdaroğlu bana poliklinikte yardım ediyordu. Onun klinikte kalmasını istedim,
bunu başardık. Feza Deymeer Amerika’dan döndü. Onu da kliniğe uzman asistan
olarak alabildik. Yıllar sonra Fransa’da Gerard Said ile 6 yıl “periferik sinir
hastalıkları” alanında çalışan Yeşim Parman da kliniğe geldi. Bu 3 kişi
“nöromüsküler bilim dalı”nın üyeleri oldular. Öteki bilim dallarına da
katılımlar oldu. Nöroloji dünyasında pek çok yenilikler yaşandı.
NÖROLOGLAR, İMKANSIZLIKLARA RAĞMEN BAŞARDI…
Nöroloji kliniğinin kadrosu çok genişledi. Ülke
yönetimindeki olumsuzlukların üniversite tıp fakültesine ve nörolojiye
yansımaması mümkün değildir. Her şeye karşın tıp fakültesi Nöroloji Ana Bilim
Dalı’nın bir düzeyi tutturduğunu ve iyi bir nöroloji departmanı olduğuna
içtenlikle inanıyorum. Türkiye’de nörologların çok da elverişli olmayan
koşullarda ciddi ve başarılı çalışmalar gerçekleştirdiler. Kongrelerin yanı
sıra Nobiva Toplantıları ve Beyin Araştırmaları Derneği’nin bilimsel
çalışmalarını takdirle anmak gerekir. Ülke çapında bakarsak tüm yurtta, yine
nöroloji alanında başarılı çalışmalar yapıldığını söylemek doğru olur.
1996’da yaş haddinden emekli oldum. Klinikle ve nöromüsküler
hastalıklar alanındaki genç arkadaşlarla birlikteliğimi sürdürüyorum.
Türkiye’de nörolojide geçirdiğim gün ve yılları ise genel olarak en güzel
anılarım arasında sayıyorum.
Sevgiyle ve sağlıkla kalın.